Toplumla barışık bir arkeoloji projesi: PAP

Captain123

Global Mod
Global Mod
İZMİR – Muğla’nın Marmaris ilçesinde bulunan Phoenix Antik Kenti’nde geçtiğimiz yıl başlatılan arkeoloji projesi, farklı alanlardan bir küme bilim insanı, sanatçı, profesyonel ve gönüllülerden oluşan bir takımla yürütülüyor. Projenin temel gayesi Bozburun yarımadasının güney batısında somut ve somut olmayan kültürel mirasın belgelenmesi, elde edilecek dataların bilim dünyasına sunulması ve kültür varlıklarının korunmasına katkı sunmak.

Projenin bir modülü olan “Sözlü Tarih” araştırmalarını epey önemsediklerini söyleyen Proje Koordinatörü Dr. Asil Yaman, etimolojik olarak da kesintisiz süren ve dönüşen çok katmanlı bir kültürel coğrafyada somut olmayan kültürel mirasın izlerini aramayı bir lüksten öte bir mecburilik olarak nitelendiriyor.

Öte yandan yüzsenelera dayanan fazlaca kültürlü ortak hayatın bir daha hatırlanmasının da barışa hizmet edeceğini düşünen Yaman, ekliyor: “İlk yıldan beri Taşlıca’da geçmişin izini de, sürdürülebilir geleceğin kurgusunu da yöre halkıyla birlikte arıyoruz. Bilgiyi, öykülerimizi ve soframızı paylaşıyoruz, birbirimizden öğreniyoruz. Bu değişimin ta kendisi!”

Pensilvanya Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Asil Yaman, Phoenix Antik Kenti’nde başlatılan yeni jenerasyon arkeolojik çalışmaları Gazete Duvar okurlarıyla paylaştı.

Proje Koordinatörü Dr. Asil Yaman

‘YENİ JENERASYON YAKLAŞIMLARDAN BİRİSİ YATAY ORGANİZASYON’

Yeni jenerasyon arkeoloji söylemi pek ilgi çekti. Pekala, yenilikten ne anlamalıyız?


Bildiğiniz üzere, arkeoloji bir bilim kısmı olarak 19. yüzyıldan itibaren gelişmeye başladı. Saha çalışmalarında ya da proje idaresinde tertip ve iş yapma biçimleri de bu devirlerden itibaren şekillendi. Bu idare pratikleri ve iş yapma biçimleri günümüze kadar hayli az değişerek geldi. Konvansiyonel bir arkeolojik saha çalışmasında pek katı bir hiyerarşik yapılanma ve dikey bir tertip şeması bulunur. Kazı/araştırma liderinden başlayarak, lisans seviyesindeki öğrenci ve gönüllülere gerçek inen bir yapı vardır, yetki ve sorumluluk aşağı indikçe azalır. Benim on dokuz yıllık saha deneyimim bana bu yapının, araştırma sürecine katılanlarda değersizlik hissi yaratması, güç, tahakküm ve çıkar alakaları kurulması ve tertip içerisinde bilgiden hayli ferdî ikballe zincirin en üst halkasına ulaşma psikolojisine yol açtığını gösterdi. Bu da bir bilimsel projenin ‘bilgiye ulaşma’ sürecine sekte vuran, randımanı de azaltan bir olgudur.

ötürüsıyla bizim PAP’taki yeni jenerasyon yaklaşımlarımızdan birini ve tahminen de en kıymetlisini ‘yatay organizasyon’ oluşturuyor. Bu yapıda tüm bileşenler karar alma süreçlerine katılabilir, nazaranv ve yetkilerini özgürce kullanarak daha verimli olabilir. Yani biz burada bilgiye dayanan fikirlerle hareket edip, her fikrin dinlendiği ve uygun görülürse uygulandığı bir yapı tahayyül ettik. Günümüzdeki insan ve onun iş yapma biçimleri 19. yüzyıldaki beşerden farklı olduğundan, şu an uyguladığımız model genç meslektaşlar içinde pek büyük ilgi çekti ve ağır bir müracaat aldık. Birinci yıl yapılan saha çalışmaları hayli verimli oldu. Ben yeni jenerasyon çapraz münasebetler kurulabilen yatay tertip yapısının arkeoloji biliminde farklı tıp ve nitelikteki bilgiye ulaşmada kolaylıklar yaratacağına, bu yaratılan şahsi oksijen alanlarında daha yaratıcı bilgiler elde edeceğimize inanıyorum.

‘İŞ BİRLİĞİNİ KUTSAYAN HARMONİK BİR YAPIDAN BAHSEDİYORUZ’

Bu mevzuyu biraz açar mısınız? Yeni jenerasyon arkeolojinin, arkeoloji bilimine, insanlık tarihine ne üzere katkıları olacak?


‘Yeni Kuşak Arkeoloji’, en başta idare tertibi itibariyle konvansiyonel arkeolojik saha araştırması yapılanmasına bir karşı çıkışı söz ediyor. bu biçimdelikle arkeolojik projelerde gördüğümüz popülist tek adam şovları da geri plana itilmiş, ekibi, iş birliğini kutsayan harmonik bir yapıdan bahsediyoruz. Ancak uygulamaya çalıştığımız modeli deher neysel bir arketip olarak yorumlamak yanlış olmaz.

İkincil olarak gerçek manada disiplinlerarası çalışmaların da ancak bu demokratik yapıda başarılı olabildiğini gördük. Bu ‘çapraz ilişkiler kuran’ ve didaktik bir halde ‘öğreten’ bir yapıdan ziyade ‘birbirinden öğrenen’ bir model. bu biçimdece disiplinler çapraz alt projeler, fikirler üretebilir ve yepyeni bakış açılarıyla bilimsel sorunsallara sistematik yaklaşabilir. Diğer türlü dikey hiyerarşik yapının en tepesindeki yürütücü, başka disiplinden gelen veriyi, kendi vizyonu dahilinde, kendisine yetecek kadarını alıp, geri kalanıyla ilgilenmiyor. Başka bir örnek ise bu yapının ekip içerisindeki kişilerle, onları devşirerek, simbiyotik bir şekilde ele alınması şeklindedir. Örneğin kültürel miras eğitim programı genellikle ekip içerisinden bir arkeoloğa tevdi edilen ‘gorev’ icabı ve genelde görsel elde etmeye yönelik olarak kurgulanıyor. Biz buna kategorik olarak temelden karşı çıkıyoruz.

Üçüncül olarak, ‘toplum arkeolojisi’ gibi alanlarda uzun erimli projeler üreterek, çocuklara yönelik yaratıcı drama ile kültürel miras ve ekoloji eğitimleri vermenin sürdürülebilir bir gelecek yaratmada önemli olduğuna inanıyoruz. Benzer şekilde ekolojik karbon ayak izimizi azaltmak, çöpünü ayrıştıran, kendi elektriğini üreten, kendi suyunu arıtan araştırma merkezi hayal ediyoruz. Örneğin bir çağdaş sanat programını hayata geçirdik. Bu hususların arkeoloji bilimine yeni ve daha fazla veri sunacağını, insanlığa da hem iş yapma biçimleri aynı zamanda açtığı yeni ufuklarla yaşanabilir bir geleceğe katkı sağlayacağına gönülden inanıyoruz.

Arazi çalışmaları

‘HERKES İÇİN ARKEOLOJİ: PAP’

Projenin ekoloji, antropoloji, sosyoloji, sözlü tarih, felsefe gibi farklı disiplinlerden biroldukça bileşeni var. Nasıl bir araya geldiniz? Phoenix Arkeoloji Projesi’ni hazırlarken çıkış noktanız neydi, proje nasıl gelişti?


Açıkçası Ege Üniversitesi’ndeki öğrencilik senelerımdan bu yana üzerine düşündüğüm ve ‘bilimsel bir arkeoloji projesi nasıl olmalı’ ya da ‘nasıl olmamalı’ sorularına verdiğim cevapların bir bütünü olarak bu proje uzun süredir zihin dünyamı meşgul ediyordu. Tabii gözlemlediğim harika örneklerin yanı sıra, Ian Hodder ve Çatalhöyük gibi oldukca başarılı modeller rehberlik etti. PAP bütün bunlara bir cevap niteliği taşıdı ve yukarıda bahsetmiş olduğum ilke ve yeni yaklaşımlar çerçevesinde dünyanın çeşitli yerlerinde nazaranv yapan bilim insanları, profesyoneller, sanatçı ve gönüllüler bu yeni modelde ‘Herkes için Arkeoloji’ mottosuyla bir araya geldi.

Çıkış noktamız, biroldukça arkeolojik saha projesinin yalnızca materyal kültüre odaklanması, materyali kutsaması, toplumdan kopuk bir yapıda olmasıydı. Üretilen bilginin yörenin asıl sahiplerine aktarılarak, onlardan da öğrenilecek biroldukca şeyin olduğu ve sürdürülebilir bir geleceğin ancak bu biçimde gerçekleşebileceğine inandık. PAP, bu gelecek tahayyülü içerisinde kendine ‘yeni’ bir yol bulmalıydı. Tarihin faili yalnızca insan mıdır? Yoksa onu bağlamı ve çevresiyle birlikte değerlendirdiğimizde başka bir cevap mı alırız? Biz daha kapsamlı bir yaklaşımla, insanın arasında bulunduğu doğal peyzaj ve faunayla olan etkileşimini de dikkate alan ilişkisel yanıtlar arıyoruz. Özetle bilimsel sorunsallara uygun teorik bir çerçeve kurguladık ve PAP süreç içerisinde bu biçimde katmanlaşarak gelişti. Geldiğimiz noktada duyu antropolojisi ve psikocoğrafik turlar gibi, pek yeni yaklaşımları sahada uygulama aşamasındayız.

‘EĞİTİCİ, YOL GÖSTERİCİ YENİ BİR SÖYLEME İHTİYAÇ VAR’

Arkeoloji, sadece eski eserlerle ilgili bir alan değil. Bir bakıma geçmişe olduğu kadar yaşadığımız dünyaya nasıl baktığımızla da ilintili… Sizce dünyadaki arkeoloji algısı nasıl?


Çok haklısınız! Günümüzde dünyada arkeoloji algısı, eski eserden öte, insanı anlama, ona ait dünyayı da anlamlandırma ve kendi varlığıyla karşılaştırma yani bir nevi ‘bir daha deneyimleme’ halini almış görünüyor. Bu durum artık antik bir kenti ya da müzeyi gezen ve önünde hatıra olarak fotoğraf çektiren bir turist olmanın ötesinde, kişinin deneyimleme, dokunma, daha derin bir ilişki kurması olarak ifade edilebilir. Teknoloji de buna katkı sunuyor normal olarak. ötürüsıyla bilindik kalıpların dışına çıkmış durumda. Bu yeni arkeoloji algısına paralel olarak bir müzenin nasıl tasarlanması gerektiğinden, arkeolojik alanın farklı yaş gruplarına interaktif yöntemlerle nasıl sunulacağına değin geniş bir yelpazede asimetrik bir değişim var.

Beri yandan dünyada arkeolojik varlıkları yalnızca paraya dönüştürülebilir bir varlık ya da ideolojik bir özne olarak algılayan bir toplulukla da birlikte yaşıyoruz. Bu desktrüktif yaklaşımlara ve algıya karşı da güvenlik tedbirlerinden öte, eğitici, yol gösterici yeni bir söyleme ihtiyaç duyuluyor.

.

‘KAÇAK KAZILAR DA BÖLGEYİ SEÇMEMDE ETKİLİ OLDU’

Projeyi hayata geçirirken arkeolojik potansiyelinden ötürü mı bu bölgeyi seçtiniz? niçin Phoenix?


Tabii! Bozburun yarımadası, antik adıyla Karya Khersonesosu, yerleşim ve ölü gömme pratikleri itibariyle özgün bir karaktere sahip. Yarımadanın kuzeyi, doğusu ve güney ucunda daha önce bilimsel araştırmalar gerçekleştirilmişti. Ancak Phoenix’in de arasında bulunduğu alanda daha önce epigrafi ya da yüzeysel araştırmalar haricinde, kapsamlı ve sistematik bir intansif arkeolojik çalışma yapılmamıştır. Biz de iki bin altı yüz yıllık bir geçmişe sahip Phoenix’te tespit ettiğimiz bilimsel sorunsallara cevap aramak amacıyla bu bölgeyi seçtik. Bu bağlamda sizin aracılığınızla, izin ve destekleri için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğümüze de teşekkürlerimi sunmak isterim. Bu zorlu süreçte bütün paydaşlarla birlikte, şeffaf bir yapıda ilerliyoruz.

Phoenix’te bilimsel bir araştırma hayalinin ötesinde sahada gözlemlediğim başka gerçeklikler de bu sonucu almamda şüphesiz etkili oldu. Kent Marmaris gibi popüler bir turistik destinasyonda yer almasına karşın, merkeze en uzak köylerden biri olan Taşlıca’nın sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmışlığı, yolunun bozuk, suyunun yaz aylarında haftanın yalnızca üç gün akması gibi sebepler de rol oynadı. Proje öncesindeki gözlemlerim köyün dış göç verdiğini, buna mukabil köyün geleneksel mimari dokusunun yeni gelenlerce dönüştürüldüğü yönündeydi. Yörede artarak süren kaçak kazıların, doğal ve beşerî tahribat yaratması da bu sonucu almamda etkili oldu ve burada niçin bir arkeoloji projesinden çoksı yapılmalı, yeni nesil yaklaşımlarla bezenmeli gibi düşüncelere de yanıt oldu. ICOMOS Türkiye Milli Komitesi üyesi olarak da mevcut duruma uygun bir özgün model geliştirdim.

‘PROJENİN BİR AYAĞI GÖÇENLERİN ANILARINA ODAKLANIYOR’

Phoenix Arkeoloji Projesi kapsamında antik Yunan ve Bizans dönemi yapılarını ortaya çıkarırken, bölgede yapılacak sözlü tarih çalışmasıyla Yarımada’nın bilinmeyen Rumlarına ses vermeyi amaçladığınızı söylüyorsunuz. Bu bağlamda güncel meselelerin de radarınıza girdiğini söyleyebilir miyiz?


Evet, sözlü tarih araştırmalarını fazlaca önemsiyoruz. Yörenin iki bin altı yüz yıla inen dip tarihinde somut kültürel varlıklar önemli bir yer tutuyor hiç şüphesiz. Ancak Phoenix’ten Phinikiti/Phoinikidou’ya, Tracheia’dan Tarahya ve Taşlıca’ya etimolojik olarak da kesintisiz süren ve dönüşen oldukça katmanlı bir kültürel coğrafyada somut olmayan kültürel mirasın izlerini aramayı bir lüksten öte bir zorunluluk olarak niteliyoruz.

Bu proje kapsamında yörenin Osmanlı döneminden gelen özgün öğelerine odaklanıyoruz. Bu özgün yapının paydaşı olarak 1923 nüfus mübadelesi ile yöredilk önce Symi ve Rodos’a oradan da Atina’ya göçen Rumların da hikâyelerini araştırıyoruz. Projenin bir ayağı göçenlerin anılarına, fotoğraflarına ve mektuplarına odaklanıyor. Diğer ayağında ise Taşlıca yöresindeki yeme-içme kültürü, balıkçılık pratikleri, ev yapma biçimleri, mekânı kullanma pratikleri, hikâyeler, yerel deyişler gibi geniş bir yelpazedeki sözlü ‘kalıntıları’ toplamayı amaçlıyoruz.

Bu çalışmalar hiç şüphesiz evvela kaybolmakta olan geleneklerin kayıt altına alınması ve bu biçimdece gelecek nesillere taşınmasına vesile olacaktır. Beri yandan yüzsenelera dayanan fazlaca kültürlü ortak hayatın bir daha hatırlanması da barışa hizmet edecektir.

Sözlü tarih çalışmalarıyla bir nevi etno arkeoloji de yapacaksınız, temaları nasıl belirlemeyi düşünüyorsunuz? Kazılar ve multidisipliner çalışmaların kararında elde edeceğiniz bilginin bugüne yansımalarını sözlü tarih çalışmaları ile mi tespit edeceksiniz, yoksa başka yöntemler de kullanılacak mı?

Sözlü tarih çalışmalarını da diğer tüm alt programlar gibi oldukça paydaşlı ve katmanlı olarak kurguladık. Bu projede evvela sosyolojik anket çalışmaları marifetiyle yöre halkının düne, bugüne ve yarına bakışını, tarihi varlıklara bakışını ölçmekteyiz. Bu süreçte eş zamanlı olarak antropolojik etnobotani ve gastronomi çalışmaları yürütüyoruz. Yerel hikâyelerin kayıt altına alındığı bir halk bilimi çalışması da öngördük. Bu elde edilen tüm fotoğraf, video ya da sesli kayıt gibi detayların bir veri tabanına aktarılmasını ve ilişkisel olarak karşılaştırmalı değerlendirilmesini öngörüyoruz.

Sözlü tarih çalışmaları

‘GELECEĞİN KURGUSUNU YÖRE HALKIYLA birlikte ARIYORUZ’

Türkiye’de arkeolojiyi toplumla bütünleştirmek için ilk çalışmaları başlatan rahmetli Halet Çambel idi. Sizin projeniz ise bu fikri oldukça daha ileriye taşıyan bir aşamada görünüyor. Çalışmalarınız daha sonrasında sezon sonunda ne tür sonuçlar aldınız? Yöre halkı yaşadığı coğrafyanın arkeolojik miras ve geleneksel yaşam külçeşidinin korunmasına yönelik ne tür bir farkındalık elde etti? Gözlenen ilk değişimler neler?


Halet Çambel hiç şüphesiz önemli bir dönüm noktasıydı. Benzer halde Ian Hodder ve Çatalhöyük araştırmaları Anadolu arkeolojisine yepyeni bilimsel yaklaşımlar getirdi. PAP bu noktada birfazlaca projeden ilham aldı ve bunları harmanlayarak özgün bir yapı meydana getirdik. Bu bakımdan deher neysel bir arketip olarak niteleyebiliriz.

2021 yılı saha çalışmaları oldukca verimli geçti. Arkeolojik belgeleme çalışmalarını titizlikle, planladığımız gibi yürüttük ve kapsamlı bir raporu bakanlığımıza sunduk. Beri yandan yöre halkıyla oldukça samimi ve şeffaf bir ilişki kurduk. birlikte psikocoğrafik turlara çıktık, aynı sofrada bir araya geldik ve ekmeğimizi paylaştık. Bu paylaşma hali oldukça önemli bilgiler sağlaması yanında hepimizi mutlu etti. Onlar için orada olduğumuzu aktarabildik ve sonunda oralılaştık! Biz de artık bir parça Taşlıcalıyız.

Marmaris İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Akdeniz Koruma Derneği ve Müzede Drama ile eğitim konularında iş birliğine gittik. Bu ortak çaba sonunda Taşlıca ve Söğüt köylerindeki yaklaşık yüz kadar çocuğa uzmanların gözetiminde, yaratıcı drama etkinlikleriyle birlikte kültürel miras eğitimleri verdik. Bu sayede yöredeki çocuklar ilk kez Marmaris Müzesi’ni ziyaret ettiler, Phoenix’te yaptığımız çalışmalara yakından tanıklık ettiler. Kültürel varlıklarını niçin korumaları gerektiğini eğlenerek öğrendiler. Bu programın ardından yöredeki Bozburun Semenderi ve Akdeniz Foku gibi özgün fauna ve florayı içeren eğitim seminerleri de farkındalık yaratmak bakımından oldukça güzel sonuçlar verdi. Özellikle Marmaris yangını daha sonrasında travma yaşayan ahalinin doğal değerlerine artık daha oldukca sahip çıktığını gözlemledik.

İlk yıldan beri Taşlıca’da geçmişin izini de sürdürülebilir geleceğin kurgusunu da yöre halkıyla birlikte arıyoruz. Bilgiyi, hikâyelerimizi ve soframızı paylaşıyoruz, birbirimizden öğreniyoruz. Bu değişimin ta kendisi!

Antik Serçe Limanı